Şema Kavramı Nasıl Gelişmiştir?

mm
single-image

Şema, karmaşık uyaran ve deneyimler kümesi içerisinde bir düzen yaratmaya yardımcı olan kalıp ve düzenleyici bir çerçeve anlamına gelmekte ve şemaların felsefe, bilgisayar bilimi, set kuramı ve eğitimi içine alan çok çeşitli alanlarda oldukça eski ve zengin bir tarihi bulunmaktadır (Young, Klosko ve Weishaar, 2003). Psikolojide ilk olarak Bartlett (1932) tarafından kullanılan ve “bireyin dünyayı anlayışı ve algılayışı” olarak tanımlanan şema kavramı bilişsel bir bakış açısıyla ortaya koyulmuştur. Bartlett’a göre, kişiler unuttukları bazı ayrıntıları yeniden organize etmek için şemalarını kullanmaktadırlar. Olay anlatılırken kullanılan şemalar, aslında kişinin yaşadığı tecrübeden nasıl bir anlam çıkardığını ortaya koymaktadır. Barlett, kişilerin olayları hatırlama süreçlerindeki sistematik bozukluklarından yola çıkarak şema kuramını genişletmiştir (akt. Wills ve Sanders, 1997).

Çocukluk dönemindeki bilişsel gelişiminin farklı evrelerine değinmiş olan Piaget (1952) tarafından kullanılan şema kavramı, “yeni bilgilerin organize edilmesinde etkili olan zihinsel temsiller” anlamına gelmektedir. Şemalar, bireyin yaşantısını düzenleyen ya da organize eden bilgi işlemleme sürecini etkileyen altta yatan bilişsel yapılar olarak anılmaktadır (Rafaeli, Bernstein ve Young, 2011). Böylelikle birey şemayla uyumlu bilgiyi işlemlerken; şemayla ters düşen bilgileri göz ardı etmekte ve bu yolla sadece şemayı destekleyen kanıtların algılanmasına, bireyin yaşamında ve kişiler arası ilişkilerinde şemanın sürdürülmesine neden olmaktadır (Welburn, Coristine, Dagg, Pontefract ve Jordan, 2002).

Bilişsel Terapi, 1960’larda Beck tarafından geliştirilen, bireylerin yaşamlarındaki olaylar hakkındaki düşünce şekillerinin yani bilişlerinin duygularına yön verdiğini savunan ve olumsuz düşünceleri olumlu düşüncelerle değiştirmeyi hedefleyen bir tedavi yöntemi olarak ortaya çıkmıştır (Türkçapar, 2007). Bilişsel yaklaşımda şema kavramı, insan zihnindeki en alt katmanda bulunan bir bilişsel süreç olarak tanımlanmaktadır. Bilişsel modelin yüzeyinde otomatik düşünceler bulunmaktadır. Otomatik düşünceler bir olaya ilişkin anlık, bilinçli olmaksızın ortaya çıkan, davranışlarımız ve duygularımızı etkileyen zihinsel işlevler olarak açıklanmaktadır. Bunlar aynı zamanda, bazı durumlarda birden beliren ve incelenmeksizin doğru kabul edilen bilişler olarak görülmektedir. Bilişsel yapının en yüzeyinde bulunan yaşanılan ana ve duruma ait otomatik düşüncelerin altında kişinin ifade edemediği ancak inandığı ara inançlar, kurallar ve sayıltılar yer almaktadır. Bu kurallar ve sayıltılar genel olarak arka planda kalmakta ve bireyler otomatik olarak bu kurallara göre davranmaktadır. İşlevsiz olan bu tür sayıltılar ve kurallar bireyleri en derinde yer alan temel inançlara götürmektedir. Şemalar, temel inançların bir “alt grubu” olarak somutlaştırılabilir. Beck’e göre, şema, “bireyin yaşamındaki tecrübelerinin mana kazanması için genel şekilde düzenlenen ilke” (akt. Türkçapar, 2007, s.25) olarak düşünüldüğünden; olumlu ya da olumsuz, uyumlu ya da uyumsuz olabilmekte ve çocuklukta ya da yaşamın daha sonraki aşamalarında biçimlenebilmektedir. Bir şema aktive olduğunda o şema ile ilişkili diğer bilgiler de geri çağrılmakta ve bu bilgiler kişinin algı, değerlendirme ve bellek süreçlerini etkilemektedir.

Kuramını bilişsel kişiler arası yaklaşım temelinde geliştiren Safran’a (1990) göre şema, bir olgunun belli bir takım örneklerine maruz kalındığında zihnin bulup çıkardığı, “genel bilişsel temsiller” olarak tanımlamıştır. Bu genelleştirilmiş bilişsel temsiller, hem bilginin işlemleme sürecinde hem de eylemin yerine getirilmesinde bireyleri yönlendirmektedirler. Safran ilerleyen dönemlerde şema kavramını benlik ve diğerleri şeklinde ele alarak ilişkisel bir yaklaşım benimsemiş ve kişiler arası şema kavramını geliştirmiştir. Kişiler arası kuramların tamamlama ilkesini baz alarak, bireylerin herhangi bir durumda birbirlerinin davranışlarını büyük ölçüde etkilediğini öne sürmüştür. Temelde kişiler arası şemaların uyum sağlama ve ilişkiyi olumlu bir şekilde sürdürme gibi bir işlevi varken bireyler farklı durumlarla karşılaştıklarında uyum sağlama ve ilişkiyi olumlu bir şekilde sürdürmekte zorlanmakta, bu durum psikolojik zorlanmaların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir (akt. Soygüt ve Çakır, 2009).

Kaynak: Hatipoğlu Yanık, Dolunay (2015). Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ile Mizah Arasındaki İlişki, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Okan Üniversitesi, İstanbul.

Yorum Yazın

E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.

Bunları da sevebilirsiniz