Psikolojik problemlerin gelişmesini birçok kuram kendi yönelimiyle açıklamaktadır. Ben bu yazımda psikolojik problemlerin gelişmesini Nesne İlişkileri Kuramı ışığında açıklayacağım. Nesne ilişkileri kuramında nesne, bir insan veya geçiş nesnesi gibi bir eşya olabilir. Bu nesneler ve çocuğun bu nesnelerle kurduğu ilişkiler, kişinin kendilik algısına katkıda bulunmaktadır. Çocukluk dönemimizde oyuncaklar ve evcil hayvanlarla bir ilişki kurabileceğimiz gibi, yaşamın ilerleyen yıllarında bazı besinlerle, alkolle ve bazen de diğer insanlarla yıkıcı türden ilişkiler kurabiliriz. Dünyaya gelirken taşıdığımız genetik kodlama kim olacağımıza ilişkin izler taşırken, doğumla birlikte yakınlarımızla girdiğimiz ilişkiler bu genetik yatkınlığın nasıl gelişeceğini belirlemektedir. Kendilik yapısı yaşamın ilk yıllarında bebeğin yakınları ile kurduğu ilişkilerin doğası doğrultusunda gelişmektedir. Kendilik algısı bir kez oluşunca, yaşam boyunca kısmen modifiye olsa da, diğerleri (arkadaş, eş gibi) ile kurduğumuz ilişkilerde temel yaklaşımımızı belirlemektedir.
Nesne ilişkileri kuramcılarına göre psikolojik sorunlar gelişimsel bir dönemde saplanma ve daha ileri olgunlaşma evrelerine ilerleyememe olarak tanımlanmaktadır. Patolojik izler taşıyan çocuk kimlik dağılması yaşamakta ve sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanmaktadır. Bu nedenle, gelişim sürecinde ilk hedef kendilik ve nesne tasarımlarının ayrıştırılması, ben ve ben olmayanın sınırlarının netleştirilmesidir. Bu başarılamazsa sağlam bir kendilik algısı oluşturulamaz. Bu durum psikotik, narsisistik ya da borderline kişilik bozukluklarının zeminini hazırlayabilmektedir (Çetin ve Ark., 2008, s.120).
Bebeğin anne karnındaki sıcak, güvenilir, koruyucu ve beslenip büyüdüğü sakin ortamından alınarak hayatın gürültüsüne ve bilinmeyen ortamına girmesi ile bebeğin korktuğu bilinmezliklerle dolu olan bu hayata uyum süreci, anne memesinin o huzurlu ve koruyucu yanı ile gerçekleşmiş olacaktır. Bu uyum sürecini tamamlamak ilk başlarda kolay olmayacaktır. Bebek dünyaya karşı savunma halinde olacaktır ve bir takım savunma mekanizmalarını geçirdiği evreye uygun olarak kullanacaktır. Çocuğun geçtiği kritik evrelerin sağlıklı yaşanması için anne ve babaların çocuklarının bu kritik dönemlerindeki rolü büyüktür. Çünkü bu kritik dönemde kurulan ilişki örüntüsü, ömür boyu kişide devam etmektedir.
Annenin çocuğa olan davranış ve tutumlarıyla bir şeyleri daha doğrusu diğer insanları ve dünyayı anlamlandırmaktadır. Bu anlamlandırma ile dünya kaygı verici, korku dolu, güvenli veya gaddar şeklinde olabilir. Anneyle geliştirdiğimiz ilişkiyi ilk olarak yakın ilişkilerimize yansıtırız, çevremiz genişledikçe geliştirdiğimiz bu örüntüyü diğer insanlara da yansıtmış oluruz. Aslında insanlar, annemizin bir sembolü olmuştur ve biz diğer insanlarla annemiz olarak ilişki kurmaya başlamışızdır.
Bu süreçleri farkında olmadan geçirmek ve dünyada geliştirdiğimiz o örüntüyü kullanıyor olmak aslında acı verici bir durumdur. Kişiler temellerini annesinin attığı bu örüntüyü üzerinden kolay kolay atamaz. Her ne kadar ona sıkıntı, üzüntü, korku verse de öğrendiği o örüntüyü günlük hayatına yansıtmaktan vazgeçemez ve ne kadar tuhaftır ki kendisine üzüntü veren bu kişinin sembollerini arar. Bu bir arkadaş veya bir partner olabilir.
Ailede, babanın ya da annenin olmaması, bakım verenin de patolojik aile yapısından gelmesi çocuğun nasıl bir örüntü geliştireceğine ışık tutmaktadır. Yaşamın ilk dönemlerinin önemi bütün kuramcılar tarafından önemle belirtilmektedir. Öyleyse patolojik bir ailede patoloji geliştirmemek oldukça zor rastlanılan bir durumdur. Normal ve anormal davranışları bir kenara bırakırsak, hiçbir insandan salt sağlıklı bir dönem geçirmesi beklenemez. Çocukluk her ne kadar insan yaşamını şekillendirici bir role sahip olsa da psikoterapi ya da güçlü yaşam deneyimleriyle kişi yetişkinlik döneminde farklılaşabilir. Yani kişi bir şekilde sağlıklı ilişkiler geliştirip, dünyaya bakış açısını değiştirebilir.
Kaynak:
Çetin, Ç.F. (2008). “Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Temel Kitabı”. Ankara: Hekimler Yayın Birliği.